BAŞKA BİR HUKUK MÜMKÜN MÜ?

BAŞKA BİR HUKUK MÜMKÜN MÜ?

BAŞKA BİR HUKUK MÜMKÜN MÜ?

Hukuk, ekonomik ilişkilerin, bilimin ve yaşam biçimlerinin yüzyıllar süren evrimi sonucu, zora dayalı ilişkilerdeki belirsizliğin yerine, bilimsel yöntemler ile ürettiği kurallar bütünlüğünün egemenliğini sağladı. Önce sınırlarıyla birlikte, hak ve özgürlükler ile yükümlülükleri belirleyen hukuk, ardından bireylerin birbirleri ile ya da yönetici egemen güçle olan/olabilecek uyuşmazlıklarının çözümü ve suçların cezalandırılması için gerekli kurumları oluşturmuş, son olarak da bu mekanizmanın ürettiği karar ve çözümlerin yerine getirilmesini sağlayan yapıyı yaratarak güvence altına aldı. Bu bileşkenin dengesinin, toplumsal barışın da dengesi olduğu kısa zamanda anlaşıldı.

Hukukun yüzyıllara mal olan bu serüveni sonucunda, toplumsal birlikteliğin ve barışın, uyuşmazlıkların hukuk mekanizması içinde çözümlenebilmesine bağlı olduğu öğrenildi. Aynı süreçte hukukun, ceza verme yetisi, eski dönemin kısas/öç alma geleneğini de alt etti. Böylece sorunlar, öç duygusundan sıyrılmayı başarabilmek adına araya giren üçüncü kişiler, yargıçlar eliyle çözümlenir oldu.

Ancak hukuk, kimseye kendi davasının yargıcı olma iznini vermez. Aksine sorunun ortasına yargıcı yerleştirerek öç almanın değil, hukukun görevde olmasını benimser. Üçüncü göz niteliği sayesinde yargıç, hukukun adalete evrilmesine ve hakikatin tezahür etmesine eşlik eder. Böylelikle kurgusal olandan, hatta belki de söylemsel olandan hakikat filiz verir. Hukuk, adaletin ve hakikatin tecellisi bakımından tekamül etmiş düzeneğin adıdır. Bu mekanizma, hizmet ettiği görev ve özgülendiği amaç nedeniyle değerlidir. İnsanlığın adalet uğrunda ürettiği sistemi, bağlamı, amacı ve hedefi doğrultusunda anlamlandırmak gerekir. Zira adalete evrilmeyen şekli kurallar bütününün, hukuk olarak adlandırılması olanaklı olmadığı gibi söz konusu dizgenin bizzatihi kendisine kutsiyet atfederek bir hukuk sistemi kurulduğundan söz edilebilmesi de olanaklı değildir. Çünkü sistemin kendisini değerli kılan, adaleti gerçekleştirme gücü ve yeteneğidir. Bu nedenle de hukukun, canlı, nefes alıp veren, her somut olayın kendi adaletini gerçekleştirmesine olanak tanıyan esnek yapısının bilinmesi ve korunması zorunludur.

Bugün hukuk adına yaşanan pek çok yapısal sorun bulunmakla birlikte, hukuk uygulayıcıları özelinde temel meselelerden birinin bu anlam karmaşasına dair olduğunu söylemek mümkündür. Hukukun, üretilmiş, kurgulanmış bir düzenek olduğunu unutup, amacından bağımsız biçimde mutlaklaştırmak ve onun ancak bu yöntemle saygınlık kazanacağını düşünmek temel yanılgılardan biridir. Burada eleştirilen elbette kuruma yüklenen varsayımsal değer değil, hedefi köreltilmiş bir yapının bizzatahi kendisinin kutsanması ve başka türlü bir hukukun olabileceği düşüncesine dair şiddetli korkudur. Sert ve bükülmez kalıplara sıkıştırılmaya çalışılan ve anlaşılmazlık perdesinin ardında gizlenen hukuk, sadece görünürde var olan bir mekanizmanın adı olabilir. Bir adım ötesinde aynı yapı artık bağlam ve amacı unutulduğundan/ unutturulduğundan farklı yönetim aygıtlarının kalıpları ile eyler. Bu sıkışma döneminde hukuk en iyi günlerinde dahi toplumda gelişen, değişen yaşam biçimlerini anlamakta ve doğabilecek sorunlara çare üretmekte yetersiz kalır. Şekil ve teknik detayların körü körüne yüceltildiği ortamda hukuk, gelenek, ekonomi veya sosyal dengesizliklerin var ettiği dezavantajlı toplum kesimlerini görmez. Çözmekle ödevli olduğu uyuşmazlığın yanlarından kaynaklı öznel nedenleri, yasaların dar ve sıkı kalıplarına hapseder, amacın değil, yasanın sınırlarını kutsar. Toplumu kuşatıp ilişkiler ağını anlayarak değil, geleneğin dayattığı bakış açısıyla ürettiğini, hukuk olarak sunar. Yaş, cinsiyet, ekonomik, sosyal veya sınıfsal farklılıklara dayalı sorunları, değerler bilgisinin yarattığı perspektifin dışına iter. Böylece dillendirdiği her sonuç şüpheli addedilir. Gerçeği var kılmak isteyen kurgu, yalan üretmeye başlar. Zira doğruyu söyleyemeyen, ifade ettiğinin şeklen hukuk olduğunu iddia etse de kurgulanan, kurmacaya döner. Değerler bilgisinin öğrettiği evrensel olanın terki, farklılıkların, şekil ve kalıpların kazdığı mezarlığa defnedilmesiyle sonuçlanır. Bu nedenle de hukuk sanılan kağıt ya da cihazlardan yıllardır kadın çığlıkları yükselmeye devam eder. Oysa hukukun diri, gelişmeye açık, esnek yapısını hatırlamak, özgülendiği amacı canlı tutmak, onu değersizleştirmek değil aksine faydalı kılmaktır. Unutmamak gerekir ki kurgulanandan, hakikati filizlendirip adalete erişmek insanlığın ürettiği en kıymetli değerlerden biridir.

Hukukun, yaratım sürecinde, evrimi sayesinde geride bıraktığı ve sisteme dahil etmediği kavram ve eyleme biçimlerine olan ilginin, diğer bir mesele olduğunu söylemek mümkün. Hukuk, varlığını oluşturan amaç, kurum, mekanizma ve değerler bilgisi ile geçmişin hırs, kin, öfke, öç alma neden ve geleneklerini uzun süre önce terk etti. Dolayısıyla ürettiği çözümlerin, uyguladığı prosedürün gelişmiş bu mekanizma ile uyumlu olması beklenir. Ancak kurallar bütününü yaratan egemen anlayışın, geçmişe duyduğu özlemle sisteme enjekte ettiği düzenlemelerin, aynı bakış açısıyla uygulayıcılar tarafından sıkı biçimde sahiplenildiği görülür. Cezalandırmaya dair düzenlemelerin şekle tabi teknik detaylarını gerekçe göstererek, geleneğe hayat şansı veren uygulama, adaleti tezahür ettirecek hukuku bitkisel hayata terk eder. Öfke ve öç almayı, az ya da çok affedebileceğini ilan eden düzenlemenin, adalete can vermek üzere kurgulanan hukuk ile yakın uzak bir ilgisi olmamalıdır. Geçmişten gelerek sisteme sızan her yapının, düzenek içindeki yeri uygulayanca tartılmalı ve hukukun amacı, bağlamı içinde değerlendirilerek akıbeti belirlenmelidir. Her somut olayın kendi adaletini yaratmasına olanak tanıyan hukuk, böylesi bir eleme ve incelikli değerlendirme ile saygınlık kazanır. Ürettiği çözümler ile ölümlerin tekrarına örtülü onay veren, özgülendiği hedefi görmezden gelerek salt kurala tutunan, hukukun tek var edeni ya da tek kaynağı gibi içtihadı içselleştiren sistem hukuk adıyla anılamaz.

Geçmişe ait izler taşıyan her yapı ve düzenlemeye büyük bir sadakatle bağlanan uygulama, geleneğin ve yönetim aygıtının belirlediği paradigmayla sonuç üretir. Bu ise toplumda makbul, saygı gören inanç, kanaat, ırk, renk, cinsiyet gibi seçenekleri baştan benimseme sonucunu doğurur. Geleneğin ve yönetimin makbul kıldıkları dışında kalan grupların sorunlarına çözüm üretmek hiç de zor değildir. Zira ön yargılardan ibaret bir gözlükle okuma yapan uygulamanın, ürettiği çözümlerin de adaletten başka kaygısı olmayan hukukun değil, ön yargıları yaratanların hizmetinde olacağı açıktır. Üstelik bunun hukuk adına yapılması, kurallar bütünü içerisinde gizli teknik kılıflara sarılarak sunulması ve kabul görmesinin istenilmesi aslında bilinçli bir kötülüğe hizmet eder. Taraflar arasındaki güç dengesini gözetmeyen, hukuk öncesi kurumlara işlerlik kazandıran ve dezavantajlılara dair geleneksel ayrımcılığı benimseyen uygulama, bu kötülüğün yaratıcısı olmasa da bakıp besleyeni hatta büyütenidir. Oysa topluma, uyuşmazlıklar vasıtasıyla doğrudan temas eden uygulamanın, yaşamlara sinsice sızmış bu kötülüğün, ayrımcılığın farkına varıp, hukukun, amacını gerçekleştirmesine izin veren niteliklerini işler kılması beklenir. Teknik ayrıntıların, şekli kalıpların ardına gizlenmek yerine, yaraya çare olması, her somut olay özelinde, diri ve yaratıcı hukuk sayesinde hakikati görünür kılması istenir.

BEYHAN GÜLER - Yargıçlar Sendikası Üyesi

https://www.birgun.net/haber/baska-bir-hukuk-mumkun-mu-396418