DEVLETİN ACZ HALİNE DÜŞTÜĞÜ KAPKARA BİR GÜN
2 Temmuz 1993
33 canın katledildiği, devletin acz haline düştüğü kapkara bir gün. Karanlık beyinlerin aydın, sanatçı insanları yakarak zifir karanlığa olan özlemlerini gösterdiği gündür aynı zamanda bu gün. Bu katliama ama-sız, fakat-sız yaklaşamayanlar, Gar Katliamı’na da Suruç Katliamı’na da mutlaka bir mazeret uydurma peşinde koşmuşlardır. Bir daha yaşanmamasını dilemekle beraber, gelecekte başka katliamlar olursa onlara da aynı şekilde bir kılıf uydurarak kendilerine, katliamlara kılıf bulacaklarına şüphe yoktur. Yolu sevgiden geçen, insanca yaşama isteğini, hak ve özgürlükleri sadece kendisi için dilemeyen güzel insanları katleden canilere karşı hukuk devletinin affedici bir tutum sergilemesi düşünülebilir mi? Ama kendisini devletin gerçek sahibi gibi görenlerin, kendisi için tehlike gördüğü, kin güttüğü hasta mahpuslara karşı merhametsiz bir devlet yüzünü gösteren kişi ve kurumlar yapılanları, ayrımcılıkları hangi hukuk kuralları ile açıklayabilir?
“Otelin merdiveninde basamaklara oturmuş bekleyen üç şair: Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar… Otelin adı, yaylalarda açan çiçekti, Madımak’tı. Otelin içindekilerse ülkenin yazarları, şairleri, araştırmacıları, ozanları, karikatürcüleri, tiyatrocuları, semahçıları. Sekiz saat süren bekleyişin sonunda bir kibrit çakıldı. Otuz beş eli kolu bağlı insan alev alev can verdi. Otelin etrafını saran güruhun protesto ettiği, halk edebiyatımızın büyük ozanlarından Pir Sultan Abdal için düzenlenen şenliklerdi. Tarih: 2 Temmuz 1993. Gün: Cuma. Yer: Sivas’tı. Katliamın sonunda merdivende oturan üç şair de yaşamını yitirdi. Üç insan. Üç şair. Üç aydın kişi. Son kez yan yana gelmişlerdi. Sanki katliamın belleğimizden silinmeyecek fotoğrafını bizlere iletmek istercesine…” Madımak otelinde merdivenlerde çaresizce bekleyen, saldırganlara karşı ellerinde sazlarıyla, sapı kırık fırça ile kendilerini korumak isteyen canların göründüğü bir fotoğrafın yüreklerde bıraktığı sızı silinebilir mi? “Son sözleri kalanlar gidenlerin ardından türküler yakar” cümlesinin vicdandaki izini kim silebilir ki? Zamanaşımından faydalanarak kaçanları kim unutturabilir ki? Tabii ki hiç kimse! Çok değerli bir dostumun her zaman hatırlattığı gibi, ‘peki ya‘cılık diye tercüme edilen “Whataboutizm” türü tehlikeli safsatalar ile örneklemeler gerekirse; “-14 yaşında bir çocuk 14 kilo öldü, dersem -Peki ya Yasin Börü, dersen, -Başkanımız yaşam hakkını savunduğundan açığa alındı, dersem, -Peki ya Mehmet Selim Kiraz, dersen, -Ahmet, gerçeği savunduğu için ihraç oldu, dersem, -Peki ya o dilekçeler, öyle de olmaz, dersen…” Bu bir demagoji yöntemi olarak uzar gider. Tıpkı “Madımak’ta Yaktılar desem, Aziz Nesin kışkırtıyordu dersen” gibi. Sözümün özü şudur ki; Bu topraklarda öteki olan, çoğunluğun inancı dışındaki inancını yaşamak isteyenlerin, kültürünü yaşamak isteyenlerin var olduğunu ve var olacağını kabul etmek ve ettirmek devletin en temel görevidir. Bu görevi hatırlatmak da bizim en temel sorumluluğumuzdur.
AYŞE SARISU PEHLİVAN
Kaynak Linki : https://hukukbook.com/devletin-acz-haline-dustugu-kapkara-bir-gun/
Kaynak Linki : https://hukukbook.com/devletin-acz-haline-dustugu-kapkara-bir-gun/